15 Ocak 2014 Çarşamba

Geriye kalanlar




Bloğa o kadar ama o kadar nadir giriyorum ki:( Bir de her girişimde inanılmaz bir suçluluk duygusuna kapılıyorum bu kadar ihmal ettiğim için. Her seferinde kendimce sözler veriyorum ama bir türlü beceremiyorum o sözleri gerçekleştirmeyi. Oysa ne kadar yazacak şey var birikmiş… Kimi zihnimin bir köşesinde hatırlanmayı bekleyen, kimi çoktan uçup gitmiş ne çok yaşanmışlık var. Mesela hiç bahsetme fırsatım olmadı süt dişlerimizden biri daha 5 yaş doğum gününden kısa bir süre önce sallanmaya başlayıp, 6 yaşın ilk haftalarında köfte yerken düştü. Aman ne bayram havası yaşandı küçük suratın tarafında. Bense endişelendim biraz “Neden bu kadar erken?” diye… Bizim zamanımızda 6 yaş dolduktan sonra başlardı süt dişleri dökülmeye… Ardından ikincisi sallanmaya başladı. Bu arada süt azılarımızdan ikisine dolgu yapıldı. Diş bakımına bu kadar özen göstermemize rağmen çürüklerimiz olmasına ayrıca canım sıkıldı. İkinci sallanan diş yan yatıp düşmeyince, bir de altından yeni diş sürmeye başlayınca onu da diş hekimimizin küçük desteğiyle çözdük. Böylece hayatımıza “diş perisi” kavramı da girmiş oldu. Diş hekiminin “Diş perisinden ne isteyeceksin” sorusuna bizimkinin cevabı pek ilginçti. Altın para isteyecekmiş. Altın parası olursa zaten istediği her şeyi alabilirmiş. Ah şu Keloğlan dizisi:)Tabii diş perisiyle pazarlıklarımız halen sonlanmış değil. O kadar inanıyor ve onunla o kadar yürekten konuşuyor ki… Bu yıl gündemimize giren konulardan biri de ölüm ve yaşlanmaydı. Her çocuk gibi anne babayı kaybetme korkusuna düştü. Ölümü biraz hallettik ama yaşlanma konusu üzerinde çalışıyoruz. Ara ara bu konuyu açıyor ve ne zaman yaşlanacağımızı soruyor. Daha zamanı olduğunu söylüyorum. Daha bu sabah okula bırakırken “Ben ünüfersiteye başlayınca mı siz yaşlanacaksınız” diye sordu. Ben “Evet” deyince “O zaman Allah’a dua edeyim de hep küçük kalayım. Böylece siz de yaşlanmazsınız” diyerek yine içimi eritti. Sahi okuldan da bahsetmedim hiç değil mi? Artık okullu olduk. Henüz ana sınıfı ama bildiğiniz okul işte… Kreşteki rahatlığımız kalmadı. Bana en çok dokunan ise sabah kalkış saatlerimizin çok erkene kayması oldu. Hatta bu kısım Nilsu’dan çok beni bozdu diyebilirim. Unutmadan not düşeyim. Bu arada sanırım ilk aşkımızı bulduk. Platonik takılıyoruz ama… Bundan bir iki ay önce serbest kıyafetin olduğu gün okuldan döndükten sonra bana son derece kederli bir ses tonu ve mimiklerle “Biliyor musun anne bugün Dağhan okula gelmedi. Oysa ben bu elbiseyi sırf onun için giymiştim” dedi. Sonra da hızla dökülmeye başladı. Saçlarının nasıl güzel olduğundan tutun da, sesinin ne kadar hoş olduğuna kadar. Günlerimiz Dağhan’a olan övgülerle geçti. Onunla evlenmek istediğini söyledi. Sonra bir gün yine aynı kederli ses tonuyla “Dağhan önce ben seçmiştim ama o Selin’i seçti” dedi. O bunu belki hiç hatırlamayacak ama benim içim yine de cız etti. Hayatı boyunca kim bilir ne çok hayal kırıklığı yaşayacak.

13 Eylül 2013 Cuma

Nerde kaldı bu 5!

Bloğu uzunca süredir o kadar ihmal etmiş durumdayım ki artık ne söylenir, ne yazılır bilemiyorum… Biraz sıkıntılı günler geçirdik bu süreçte… Rabbim daha kötülerinden sakınsın… Hani insanın önce eli varmaz bir şeyler yazmaya, sonra da toparlayamaz o kadar aradan sonra bir türlü ya; işte öyle bir şey bu sanırım… En kötüsü ha bugün, ha yarın derken kızımın 5. yaş gününe ait bir çift söz edememiş olmak. İlk defa bu sene evde ya da parti evinde bir organizasyon düzenlemedik… İçimden gelmedi açıkçası… Kreşte mütevazı bir kutlama yaptık ve tabii sonrasında kendi aramızda… Zaten ateşli, gözleri çakmak çakmak girdi yeni yaşına küçük surat. Pek hali olmasa da yine de mutluydu o. Günler öncesinden siparişini verdiği pastasını görünce o çakmak çakmak gözler kocaman oldu. Haliyle pek kısa sürdü kutlamamız. Çok zaman geçti aradan Mayıs’tan bu yana biliyorum ama eksik kalsın istemedim o güne ait detaylar. Hatta bir sonraki doğum günü için bile planlar yapılmaya başlandı. İnşallah kuzum, daha nice nicelerini kutlarız birlikte… Sağlıkla, mutlulukla… Hep söylediğimiz gibi hayat hep anne ve babacığının gözleriyle baksın sana…

22 Mart 2013 Cuma

Benim karelerim


Bir önceki post için Sermin'den gelen uyarı iyi oldu. Çok ara vermiştim gerçekten. Uyandırıldığımız için memnunuz postun isminin tam aksine:)
Aslında uzun zaman oldu ama ben hiç bahsetmedim... İşte "Bilen biliyor nasıl olsa" diyerek aylar geçti böyle. Ben kendimi pazarlamada pek iyi değilimdir zaten. Ama artık ilan etmişken "Hem sizi, hem desteklerinizi bekliyoruz" diyelim:)

Nerde kalmıştık? Sizin hikayeleriniz, benim karelerim...

31 Ocak 2013 Perşembe

Uyandırdığımız için özür dileriz


Her postun başına aynı şeyleri yazmaktan sıkıldım. En son 7 Kasım'da ugraamışım buraya. Neredeyse üç ay olacak. Kızdım kendime, gerçekten kızdım. Sanırım sadece bende değil bu kopuş. İstakrırından ödün vermeyen bir kaç tanıdığım dışında herkes biraz daha uzak geliyor bana. Bilmem; belki yanılıyorumdur; belki sadece ben uzak olduğum için öyle geliyordur. Ama bu şekilde hem pek çok şeyi kaçırıyorum hem de hatırlanması gereken çok önemli ayrıntıları unutuyorum.

Bu üç ay içinde daha bir duruldu küçük cimcimem. Büyüdüğünü daha fazla hissettirmeye başladı. Sancılı geçen 4 yaş, sona doğru daha az krizli olmaya başladı. Ama dikkat edin "Bitti" demiyorum . Hala çabuk öfkelenen, çabuk hırçınlaşan bir kızım var benim. Sadece çabuk sakinleşiyor.

Bu aralar sıklıkla hüyalarını (rüya) anlatmaya başladı. Unutmuyor ilginç bir şekilde. Sabah bana anlattıysa, akşam babasına anlatıyor aynı kelimelerle.

İki ay önce öğretmenine söz verdiğini söyleyerek, uyurken bizi odasından çıkarmaya başladı. Artık büyümüş ve tek başına uyuyacakmış. Aslında geçtiğimiz yazın başında da yavaş yavaş alıştırmaya başlamıştık ama araya tatil ve otel odalarının girmesiyle rafa kalkmıştı. Bu kez en kısa yoldan başladı ve sonuçlandı. Tabii sadece 10 gün kadar sürdü.

Baskı yapmıyorum hiç. Kitap okuyarak uyuyoruz şimdilerde. Ben veya babası yatağın ucuna oturup okuyoruz. Kitap bittiğinde uyumamış olsa da çıkmamızı istemiyor odadan. Kalıyoruz biz de. Nasıl olsa uyuyacak eninde sonunda kendi başına. Üstelik istediği zaman bunu kolaylıkla yapabileceğini de kanıtladı bize.

Uyku konusunu da küçük bir anektod ile noktalayım bari.

Bizim cüce gece su veya tuvalet için uyandığında asla kalkmaz yataktan. Genelde anne, nadir olarak baba diye seslenir. Bir akşam saat 21.30 gibi uyudu bizimki. Gece ilerleyen saatlerde biz salonda gülmekten yarılırcasına "Bir Kadın Bir Erkek"i izliyoruz. Birden salonun kapısında küçük bir karartı belirdi. Bir eliyle gözlerini ovuşturuyor, diğer eli havada bize söyleniyor: "Bu ne gürültü yahu, uyuyamadım sizin yüzünüzden!"
Manzara karşısında şaşkınlığım bir yana, içimi kaplayan güzelliklerin tarifi imkansız.

Uykusu açılmasın diye hızla kalkıp yerimden, kucakladım. "Hayatım çok özür dileriz uyandırdığımız için. Hadi gel, yatalım hemen" dedim. "Çişin var mı" diye sordum. "Önce biraz su içsem iyi olacak" dedi. Suyunu içer içmez de, 30 saniye içinde derin bir uykuya daldı. Bense yüzüme yerleyen gülümsemeyle uzun uzun seyrettim onu. Ve uzun uzun dua ettim...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Dil "havuç" kadar

;

Uzunca bir süredir gelin olmaya takmış durumda küçük cimcime... Arşivizde hiç tanımadığımız gelinlerle çekilmiş fotoğraflar hızla çoğalıyor. Ne zaman yolda, bir mekanda gelin görsek yanına gidip, mutluluklar diliyor ve, fotoğraf çektirip, hayran hayran seyrediyoruz.
Yazın başında bir gelinlik aldırdı zorla babannesine. Her gün kreş dönüşü üşenmeden giyip, aynanı karşısında kendini seyretti. Öyle oyun oynadı, boyama yaptı, çizgi film izledi. Sonra "Ben ne zaman evleneceğim" soruları gelmeye başladı. Büyüdüğünde evleneceğini söylediğimizde "ben hiç büyümüyorum. Büyüyüp, bir an önce evlenmek istiyorum. Ben gerçek bir gelin olmak istiyorum" diye arıza çıkardı ara ara. "Ama bir damat gerekiyor sana. Kiminle evleneceksin" diye sorduğumuzda cevap oldukça basitti. "E babamla!??" O tonlamanın içinde şöyle bir vurgu gizliydi. "Allah Allah. Sizinki de soru yani. Kiminle evleneceğim? Tabii ki babamla!"

Önce hayallerini yıkmak istemedik ama bir süre sonra gerçeklerle yüzleştirdik. Sonra damat olayı askıya alındı. Ama büyüyüp bir an evvel evlenme isteği bazen ciddi arızalar çıkarmasına sebep oldu. Evlendiğinde bizim yanımızdan ayrılacağını, başka bir evi olacağını öğrendiğinde vlenmekten vazgeçmedi, gözyaşları içinde damadı iç güvey olarak almamızı kabul ettirdi.

İki hafta önce okuldan eve dönerken, arabada bir çocuktan bahsetmeye başladı. Önce bir kız çocuk zannettim. Sonra erkek olduğunu anladım. Benim kızım 3 yaşından itibaren erkeklerle pek anlaşamadığı ve hep kız arkadaşları tercih ettiği, hatta kimi zaman "Ben erkekleri sevmem, onlar saçımı çekiyor, canımı acıtıyor" dediği için şaşırdım. Tabii ki hemen irdelemeye başladım "Eyvah eyvah kızım elden mi gidiyor" kaygısıyla. Evet yanılmamıştım. Kızımın diğer erkek çocuklardan ayrı tuttuğu ve "Onu çok seviyorum" dediği biri vardı. Doruk! (Bu sırada yaptığım ajanlıklardan burda bahsetmek istemiyorum ama çocuğu gördüm, pek tatlı bir şey).

Geçen gün yine arabada "Anne Doruk'la biz evlenmek istiyoruz ama öğretmen siz evlenemezsiniz, siz arkadaşsınız,  dedi" şeklinde bir cümleyle karşılaşınca şaşkına döndüm. Küçük hanım çaresiz bunu kabul etmiş, şimdi tek derdi kiminle evleneceği.
"Anne, babamla sen evlendiğin için onunla evlenemiyorum. Öğretmen Doruk'la da evlenemiyeceğimizi söyledi. Peki şimdi ben kiminle evleneceğim? Ben nasıl gelin olacağım"
Dündü, tarttı sonunda heyecanla "Bir fikir buldum" diye bağırdı.

"Şimdi ben evlenmeden Allah'a dua edeyim. Bir bebeğim olsun. Erkek bebek doğuruyum. Sonra onu büyütüyüm, o benim damadım olsun. Nasıl fikrim anne?"
O yavrum, güzel kuzum. Dilin bazen pabuç ya da senin deyiminle "havuç" gibi olsa da, hala ne kadar saf, ne kadar bebeksin.

Ben o sırada "Hey dur bakalım evlenmeden çocuk olmaz, ayrıca kendi çocuğunla evlenemezsin" demek istesem de aynadan baktım sana, sevdim, sevdim, sımsıkı sarılıp, içime soktum...